Arthur Schopenhauer – Hayatın Anlamı
Öncelikle başlıktan ötürü, Schopenhauer’un hayatın özünde bir anlamı olduğunu düşündüğü ve bunu sunacağım sanılabilir ancak cümlenin gidişinden sezebileceğiniz üzere böyle bir şey söz konusu dahi olmayacak. Kısaca Schopenhauer “Kimdir?” e gireyim laf arasında ki uzamasın. Nietzsche’nin akıl hocası olarak gördüğü, herhangi bir dini inanç barındırmamasına rağmen bariz şekilde Hinduizm-Budizm öğretilerinin izlerini taşıyan görüşler ortaya atan bir filozoftur.
Temel görüşleri içerisinde ise yaşayanları yaşama durumuna itenin “yaşam istenci” yahut “yaşam iradesi” olarak tanımladığı bir enerji olduğu fikri yer alır. Ancak ilginç bir biçimde bu anlamdan yoksun kaotik sistemde bir ahlak felsefesi ortaya sürer. Bunu anlamak için öncelikle irdelenmesi gereken yaşam iradesi kavramı ve filozofun hayat konusundaki görüşleridir.
Yaşam istenci, canlılara üremeye ve hayatta kalmaya yönlendiren evrensel bir enerji olarak tanımlanır. Dahası enerji olarak tanımlandığını göz ardı edersek böyle bir kavram üzerine konuşmak, hayatta kalma içgüdüsüne benzeştirildiği ve modern bir yorum getirildiğinde hala mümkündür. Basitçe bu “enerji” hayatta kalmamız ve hayatta olma durumundan memnun olmamızın sebebidir. Buraya kadar herhangi bir sorun olmasa gerek, yaşam içgüdüsü, kompleks bir durum yok. Ancak bu “enerji” onun ahlak görüşüne aykırı, kötüdür. Zira insanları yaşamaya ve zorunlu olarak öldürmeye iten de bu enerjidir. Canlı oluş durumu, durumu paylaşanların çıkarlarının çatışması adına yeter bir sebeptir. Gene basite indirgersek kaynak kavgasıdır bu savaşın sebebi. Ancak temel sebebi bu değildir yaşam istencini kötü olarak nitelendirmesinin. Yaşam istenci bizi yaşamaya, dolayısı olarak erek ve amaç taşımaya iter. İnsan bir amaç belirler, ulaşıp ulaşamamasına bağlı olarak da tekrar başka bir amaç belirler ve büyük çoğunluk ile bu çabalamadan kaynaklanan acı ile dolu bir hayat yaşar. Bir amaç belirlememesi, sorunsuz olması durumunda ise can sıkıntısından muzdarip olacak ve dertleri dahi arzulayacaktır. Peki ne yapmalıdır bu durumda?
Yaşam istenci “istenmemelidir”. Tüm bu anlamsız, dolayısı ile gereksiz acı sürecinin kaynağı… Ancak bu intihar etmek anlamına gelmez. Yaşam istenci, yaşama durumunun devamına rağmen reddedilebilir ona göre. Bu da hayata ve içeriğine karşı duyarsızlaşmak oluyor. Bunu mutlak olarak sağlamak mümkün değil elbette ancak o bunun mutlak olarak sağlanması durumunda bireyin intihara gerek duymayacağını söylüyor. Buradaki sorun ise mutlak olarak duyarsız olan bir bireyin, herhangi bir sebebi kalmayacak olmasıdır yaşamak adına. Schopenhauer’un buna cevabı ise basit, ahlaklı olmak yeter bir sebeptir diyor. Fakat mutlak olarak duyarsızlaşan birey neden ve nasıl ahlaklı olmaya çalışır, önemli olan ve cevapsız kalan soru bu. Yani bu bakımdan intihar hala “legal”. Kendisi dahi sadece “hata” olarak görüyor. İnançlarından ötürü suç olarak gören toplumun aksine.
Peki ya duyarsızlık nasıl iyi olabiliyor? İnsanlar sürekli duyarlı olmak gerektiğini savunup, duyarsız insanları yargılamazlar mı? “İnsanlar”, elbette öyle yaparlar… Eh, öncelikle iyi-kötü kavramları görecelidir. Bu bakımdan en “inmoral” tutum ile objektif bir açıdan zarar vermeyi kötü ve fayda sağlamayı iyi olarak nitelendirebiliriz sanıyorum. Duyarlılık durumlarını zarar veren duyarlılık(eksi), nötr(duyarsızlık) ve fayda sağlayan duyarlılık(artı) olarak ele alalım. Varoluş durumundaki her birey zorunlu olarak “mutlak nötr”ün dışında oluyor. Artı ya da eksiye daha yakın bir halde yani. Bu zorunluluk ise mutlak nötrün ölüm, hiçlikten, saf duyarsızlıktan ibaret olmasından kaynaklanıyor. Yaşayan herhangi bir bireyin bu hiçliğe, mutlak duyarsızlığa erişmesi mümkün değil ancak buna yönelmek, duyarsızlaşmak mümkün. Peki neden yapsın bunu? Duyarlı, “iyi” bir insan olmak varken diğer insanlara göre neden birey duyarsız kalsın tüm bu kötülüklere ?
Çünkü duyarlı bir insan, zorunlu olarak artı ve eksiyi barındırıyor. Nötre göre daha iyi olmakla beraber aynı zamanda daha kötü oluyor. Nötrü benimseyen bir insan duyarsızlaşarak, kendinden ibaret olmaya ve ne iyi ne kötü olmaya çalışarak, daha az etki ediyor ve daha az zarar veriyor faydalı duyarlılığa sahip olan insanlara göre. Ah, evet aynı zamanda daha az fayda sağlıyor duyarsızlaştığı için. Burada hangisinin daha iyi yahut ahlaklı bir tutum olduğunu tartışamam ancak Schopenhauer’un görüşü bariz. “Yaşam istenci reddedilmelidir.” Ona göre birey bu şekilde mitoslarda “Şeytan” olarak tanımlanan “ego”dan, ben bilincinden kurtulacak ve evrensel bilince erişerek bir bakımdan özgürleşecektir.
Peki hakikati sunmuyorsa neden önemlidir Schopenhauer diye sorulabilir. Çünkü hakikat yoktur, hakikatler vardır ve Schopenhauer ancak bunlardan birini sunar. Mühim olan “bir” hakikati daha anlamaktır.
Tekrar konuya dönelim. Schopenhauer’un ahlak görüşünün önemi ahlaki yahut iyi olmasından ziyade, bireye fayda sağlamasından kaynaklanır. Her canlı sadece kendini tatmin edecek eylemi yapmaktadır. Bu vicdansız biri için cinayet iken vicdanlı biri için biriyle yemeğini paylaşmak olabilir. İkisi de çeşitli açılardan tatmini sağlayan mastürbasyonlardır ve bu bakımda aynıdırlar. Ancak bu nitelendirme bile birçok insanın “kötü” olarak adlanladırması için yeterli olmuştur sanıyorum bahsetmekte olduğum fikir yapısını. Schopenhauer ahlakının önemli yanı tatmin olma arzusundan kurtulmak yahut bunu kendiliğine bağlamak gerektiğini savunmasıdır. Mastürbasyona karşıdır diyebiliriz yani bu anlamda. Schopenhauer mastürbasyonsuz hayatın daha “iyi” olduğunu savunur. Her ne kadar mümkünse o da.
Ancak bu duyarsızlığı benimsemiş birey de, insanlar onun ahlaksızlığına tiksinen gözlerle bakarken o da insanların mastürbasyonlarına alaycı gözlerle bakacak, gülecek ve hatta eğlenme imkanı bulacaktır. Hiçliğe yönelme, nötre çekim açısından ise Schopenhauer’un “nihilist” olduğu söylenebilir. Ancak belirtildiği üzere, mutlak değersizlik, mutlak nötr yahut mutlak duyarsızlık mümkün değildir. Önemli olan bunun mümkün olmadığının bilinci ile ona yönelmektir. Ki bir çaba, amacına ulaşmayacağının bilinci ile sarsılma tehlikesine tabi olduğundan her zaman, zaman zaman mutlak nötre giden çaba, bilincini yitirip bireyin “nihilizme”, mutlak nötre düşmesine sebep olabilir. Mesele ise bunu atlatmak, Nietzsche’nin dediği gibi “nihilizmi aşmaktır.”
Kötümserlik benimsenmeli, beklentiler kesilmeli ve mastürbasyondan olabildiğince uzak durulmalıdır. Schopenhauer’a göre ahlaklı olmak, ahlakı umursamayan bir şahıs için ise çıkarlarını korumak adına gerekli olan tutum kötümserliktir. İyimserlik, mutlu olma arzusuna ve mutlu olma arzusu da artı duyarlılığa dayandırıldığında, benimsenmesi gereken tavrın neden kötümserlik olduğu daha da netleşecektir. Bahsedilen kötümserlik, olayların kötü yanlarını görmeyi seçmek değil, metanetli olmak, kötü olayların gerçekleşme ihtimalini kanıksamak ve iyi olayların gerçekleşeceği beklentisinden kurtulmaktan ibarettir.
Fakat dediğim gibi bu sadece “bir” hakikat. Duyarlılığı, hayatı savunmak da pek ala mümkündür. Kaos hükmeder, insanlar değişir. Lakin “hayat” bu kitapta pek hoş karşılanmamaktadır ve belki başka bir kitapta hayat başka bir açıdan ele alınır. Ancak o zamana kadar acı çeken, dünyanın kaotik bir mezbaha olduğunu fark eden herkese, kimi güruhların yargılamalarına rağmen “iyi duyarsızlaşmalar”.